28 Kasım 2011 Pazartesi

agatha christie-ölüm büyüsü


          Agatha Christie, benim için rafta dururken bile korkutucu olan bu kadının romanını okuma cesaretini gösterdiğim için öncelikle kendimi kutlamak istiyorum.

          Korkularım beni küçük yaştan itibaren takip etmiş, korku filmi, cinayet romanı, korku romanları gibi tarzlarda sanat eserlerinden uzak tutmuştur. Fakat behzat ç’den sonra cinayetin sürükleyiciliğine olan inancım epey arttı. (korku filmi konusunda hala bir inancım yok)
          Bu yüzden evde kardeşimin odasında durduğu yerden beni korkutan Agatha Christie’yi okumaya başladım bir cesaret. Kitap aşırı derecede sardı. 1 haftalık bayram tatilimde bitirip, yine yerine koymayı planlasam da işler planladığım gibi gitmedi. Bu konuya sonra döneceğim. Son zamanlarda izlediğim, merlin, camelot, game of thrones gibi diziler beni fantastik dünyanın içine gömmüşken, büyüden bahsedilen bir roman da bunu perçinler diye düşünmüştüm.
          Fakat roman öyle mantıklıydı ki bunu fantastik olarak değerlendirmek, agahta cristie’nin zekasına hakaret olurdu diye düşünüyorum şuan.
          Roman bir erkeğin ağzından yazılmış ve bir kadın yazarın bu başarılı anlatımı beni hayretlere düşürdü doğrusu.  Kitap ,  insanların içinde ölüm isteğini büyü ile ortaya çıkarıp onları  öldüren bir tür suç çetesinden bahsediyor. Romanın başlarında Kır At adı verilen bir evde yaşayan üç yaşlı kadın, gizemlerini öyle güzel koruyor ki, büyücü olduklarına gerçekten inandırıyorlar kendilerini. Sonra cinayetler, olayı  çözmeye çalışan zeki genç ve başarılı  Mark Easterbrook  derken cinayetlerin nasıl işlendiği şaşırtıcı bir şekilde çözülüyor. İşin ilginç yanı cinayeti çözmesini beklediğimiz kişi değil her şeyi bilen gıcık dedektif çözüyor. Arada bazı şeyler okuyucuya verilmediği için bu çözülüş, insanı aşırı derecede şaşırtıyor. Fakat agatha christie’nin akıcı anlatımı,  bu basit romanı güzel kılıyor. Araya sıkıştırılmış bir de aşk hikayesi var ki, romanın sonunu bağlıyor. 
Bu arada korktuğum bazı kısımları da oldu ama sonunda her şeyi bilimsel bir şekilde açıklaması, gece kabustan uyanıp, bu kabuslarımı Freud ile açıklayıp kendimi rahatlatmam gibi bir şeydi.  O yüzden kendisini bir anne gibi sevdim. Korkuttu korkuttu sonra da korkulacak bir şey yok bunların hepsi bilim dedi  teselli etti sağolsun.
        Romanın başlarında şeytan ile ilgili açıklayıcı cümlesi ise Agatha Christie’nin diğerlerinden farkını ortaya koyuyor.  ‘’ Bu aslında dengeye saldıran dengesizlikti. Düşünüyordum da denge ve doğruluk sonuçta daima kazanırdı. Denge iyi kalpli perinin yumuşak sesle söylediği alışıldık öğütlerle, kafiyeli beyitlerle hatta ‘’ tepeden aşağı inen rüzgarlı bir yol var, eski dünyanın sevdiğim köyüne uzanan’’ mısralarının ilgisiz ses uyumuyla sağlanırdı.’’
        Romanı bitirip yerine koyamama hikayemden sonra bahsedeceğim demiştim. Genelde yalova’ya gittiğimde okuduğum kitapları orada bırakıp dönmek beni inanılmaz hafifletir. (bavulumda kitap taşımak gerçekten zor oluyor). Ölüm büyüsü’nü de 5 güne bitirim diye başladım fakat son geceye 100 sayfayla girmemden mütevellit sabah 6’da kalkıp bitirmeye çalıştım. Ama roman en güzel yerindeydi ve 8.30da gemim kalkacaktı derken yanıma almak zorunda kaldım. Gemi de a aa aaaaaaaaaaa diye okuyaraktan romanı denizin ortasında, romantik bir sonla sonlandırmış bulundum.
       Şahsi kanaatim çerezlik okumak isteyenler için ideal, sürükleyici ve mükemmel bir dili var. Korkmayanlar için yazarın diğer kitapları da alınıp okunabilir. Ama sanıyorum ki ben korku filmi gibi yanımda biri olmadan okumayacağım.
     He bir de bu kadın o 11 gün neredeymiş ya?