18 Aralık 2011 Pazar

Kürk Mantolu Madonna- Sabahattin Ali


           İstanbul’da taşındığım 2. Evimin alt katında tesadüfen karşıma çıkan, okumaya ancak 3. Evimde başlayabildiğim ve elimden bırakamadan bir günde bitirebildiğim şaheser olarak tanımlamak istiyorum bu kitabı.
           Uzun zamandır okuduğum en akıcı, en iyi, en mükemmel hikayeye sahip kitap. Türk klasiklerini lisede verilen edebiyat ödevlerim sayesinde okumuş olmama rağmen Sabahattin ali’yi hiç okuma fırsatım olmamıştı. Fakat o kadar pişmanım ki bunu okumadan bunca yıl yaşadığım için.
           Yazar olmak küçüklüğümden beri istediğim bir şey olsa da zamanla öğrendim ki bu o kadar da kolay bir şey değil aslında. Mühendis olmak, doktor olmak, öğretmen olmak dünyanın en kolay işi olabilir ama yazar olmak dünyanın en kutsal mesleği gözümde. Çok ders çalışıp iyi bir meslek sahibi olabiliriz. Mühendisliğe çok ilgi duyup bu konuda araştırmalar yapıp makaleler yayınlayabiliriz. İyi bir doktor olup, insanları çok severek onları hayata döndürebiliriz. İnsanları bir şeyler öğretip onları idealleri doğrultusunda hayata hazırlayıp, öğretmen olabiliriz. Hepsi işini severek yapanlar için mükemmel meslekler olabilir. Ama yazarlık dediğimiz şey bunların hepsini kapsamakla birlikte, büyük yetenek ve içten gelen bir şeyler barındırmaktadır benim nazarımda. Bu yüzden bütün yazarlar gözümde birer tanrı’dır. Okurlar da onların uydurduğu dünyalara inanmıyor mu sanki?

           Sabahattin Ali’de bu kitapla birlikte benim için tanrı dediğim bu insanların yerini çoktan almış bulunmaktadır.  Kürk mantolu Madonna’da bahsedilen Raif’in aslında kendisinden bir parça olduğu, yaşadığı olaylar, gittiği yerler hayatının kesitlerini içerdiğini de düşünmeden edemedim.
            Roman o kadar yumuşak bir dille anlatılmış ki, hikaye ne kadar acıklı olursa olsun, okurken insana huzur veriyor adeta. Hele de Robinson Crouse felaketinden sonra, pamuk gibi bir kitap oldu benim için.
Kitap  bana eski türk sinemasından bir filmi hatırlattı aynı zamanda. Şener Şen’in başrolünü oynadığı Şerefsiz Şeref  diye bir film vardı yanlış hatırlamıyorsam. Karısı, çocukları, baldızı herkesin yükü sessiz sakin bir memur olan şeref’in üzerindeydi. Olaylar farklı gelişse de karakterler birbirine çok benziyordu.  Raif’in gizemli hayatı iki karakteri sonraları birbirinden ayırmaya başladı ve olay biraz da Fatih Akın filmlerine döndü desem yalan olmaz heralde.
          Ama bu eşsiz bir klasik, herkesin okuması gereken bir roman. Kendi dilimde yazılmış eseri okumanın verdiği rahatlık, acaba gerçekten bunu mu demek istemiş yoksa çevirmen mi böyle anlamış kaygısı olmadan Berlin’de, Havran’da, Ankara’da yaşanan sonu hüzünlü biten mükemmel bir roman.
         Hakkında fazla bir yorum yapacak seviyeye gelmediğimden burada susuyorum bu sefer.
         Teşekkür ederim benden önce 2. Evimde oturan çocuk, kitabı unuttuğun için!

15 Aralık 2011 Perşembe

Yorkl'u Bir Denizcinin, Kendi Kaleminden, Deniz Kazası ile Düştüğü Amerika Sahillerindeki Oroonoque Nehri Ağzındaki Issız Bir Adada 28 Yılını Geçirirken Yaşadığı Serüvenler ve Korsanlar Tarafından Kurtarılması



Robinson Crusoe-Daniel Defoe
           Bu uzun başlık da ne diye merak edenler için, kitabın özeti gibi görünen bu cümlenin romanın ilk adı olarak bazı kaynaklarca anıldığını belirterek başlayacağım yazıma. Başlık o kadar hoşuma gitti ki, hani ilk okulda kompozisyon yazarken başlık bulamaz insan yazısına da koca bir cümle kurar ya, ya da ben öyle yapıyormuşum bilmiyorum, işte o anları getirdi aklıma. Hem kitabın konusunu direk açıklıyor hem de uzun olması olaya biraz mizah katıyor gibi geldi bana.
           Neyse herkesce bilinen robinson crouse hikayesinden bahsetmeyeceğim. Benim meselem, çevirmen ve Daniel Defoe ile. Başlarda hoşuma giden bir hikaye olmasına rağmen çeviri mi yazarın dili mi bilmiyorum o kadar sinirim bozuldu ki, o 560 sayfayı sırf sonunu merak ettiğim için okudum. Lanet olsun. Üstelik daha önce okuyup yarım bıraktığım için, bu sefer kendime yediremedim.Yediremediğim için de 2 aydan uzun bir süredir bu kitabı okuyorum. Artık robinson ile baya kanka olduk diyebilirim. Arada 2 kitap daha okudum üstüne tutunamayanları da yarım bıraktım ama geçmedi bitmedi bir türlü şu uğursuz denizcinin maceraları. Kendisine gerçekten beni sinir eden bir arkadaşım gibi yaklaştığımdan, bazen arkadaşlarıma şikayetlerde bile bulunduğum oldu hakkında. Aptal robinson karnını doyurdu da arpa eksem bira yapar mıyım diye düşünüyor, o cumadan köle diye bahsediyor emperyalist pislik gibi cümleler kurdum insanlara evet.
           Tamam olay gerçekten kimsenin aklına gelmeyecek şekilde yazılmış, üstelik yazıldığı dönemde mükemmel bir esermiş. Bence de mükemmel bir zamanda doğmuş olmak gerek bu kitabı yazmak için, yoksa bugün böyle roman yazılmaz da. O yayın evinden çeviriyi yapan arkadaş, Cenab-ı hakkın İngilizcesi ne çok merak ediyorum gerçekten nasıl bir çeviri yaptın, üstelik adam Protestan. Müslüman olsa tamam. Ayrıca kendisi hakkında en çok merak ettiğim şey;  dilbilgisi dersi almadan alamancı olarak mı geldi çevirmenliğe. Hadi ki  geldin, Türkçe’de ya böyle olacak ya da şöyle demez mi normal insanlar; bu beyimiz, ya ben bu çeviriyi kafadan sallayıp paramı alacağım veya dini vecizelerle süsleyip paramı alacağım demiş yani. Ya- ya da diye biz öğrenmiştik lisede. Yani normalde böyle şeyleri takıntı yapan bir insan değilim, kendim de anlatım bozukluğu oldukça fazla olan cümleler kurabilmekteyim ama bu bariz hatayı 1 değil 10 değil, kitabın tamamında kullanmak nedir? Daha bir sürü bariz anlatım bozukluğu olan cümle yazabilirim şuraya.  Ayrıca kitabın son sayfasına da elhamdürillah’ı sıkıştırmayı başarmalarını da can-ı gönülden kutluyorum. İngiliz yazardan,  İngiliz bir denizcinin kendini anlattığı bir romanda, İngiliz denizci ; ‘’elhamdürillah karaya ulaşmıştık’’ diyebiliyor.
            Üstelik bu kitaplar diğer yayınevlerine göre ucuz olduğu için daha çok rağbet görüyor. Kitap okumakta amaç, bakış açını değiştirirken, bir yandan da okuduğun dili en iyi şekilde kullanmayı öğrenmektir, normal insanlara göre. Bu kitabı okuduğumdan beri kurduğum şu cümleleri görüyorsunuz, anlatım bozukluğu, noktalama, cümlede anlam bütünsüzlüğü ne ararsan var eminim şu yazımda.
Hal böyle olunca, insanlar pahalı kitaplara para vermekte haksız da sayılmazlar hani. Korsan alsan  sayfaları eksik çıkıyor, üstelik orjinalinden birkaç lira düşük diye o eziyeti çekmeye değmez. Fakat yayın evi seçiciliği yapmak durumunda olduğumuz da bir gerçek. Ayrıca bir hristiyanlık propogandası olan bir roman bu kadar güzel Müslüman edilirdi.
            Robinson’a da söyleyecek birkaç lafım var bu arada;
sen ne uslanmaz, yaşadıklarından ders almaz, iflah olmaz, ticaret düşkünü bir insanmışsın. Dünyayı geziyorum diye insanları kandır, ticaret yapmakta kayserileleri geç. Esir düşüyor, öldürülecek adam nerdeyse; hala şu gemiyi satabilir miyiz acaba diye düşünüyorsun.
            Neyse gerçekten şu an üstümden o kadar büyük bir yük kalktı ki. Bu kitabı bitirebildiğim için, gözlerime beynime, ellerime çok teşekkür ediyorum. Bu yayınevinden okunmamasını şiddetle tavsiye ediyorum.

28 Kasım 2011 Pazartesi

agatha christie-ölüm büyüsü


          Agatha Christie, benim için rafta dururken bile korkutucu olan bu kadının romanını okuma cesaretini gösterdiğim için öncelikle kendimi kutlamak istiyorum.

          Korkularım beni küçük yaştan itibaren takip etmiş, korku filmi, cinayet romanı, korku romanları gibi tarzlarda sanat eserlerinden uzak tutmuştur. Fakat behzat ç’den sonra cinayetin sürükleyiciliğine olan inancım epey arttı. (korku filmi konusunda hala bir inancım yok)
          Bu yüzden evde kardeşimin odasında durduğu yerden beni korkutan Agatha Christie’yi okumaya başladım bir cesaret. Kitap aşırı derecede sardı. 1 haftalık bayram tatilimde bitirip, yine yerine koymayı planlasam da işler planladığım gibi gitmedi. Bu konuya sonra döneceğim. Son zamanlarda izlediğim, merlin, camelot, game of thrones gibi diziler beni fantastik dünyanın içine gömmüşken, büyüden bahsedilen bir roman da bunu perçinler diye düşünmüştüm.
          Fakat roman öyle mantıklıydı ki bunu fantastik olarak değerlendirmek, agahta cristie’nin zekasına hakaret olurdu diye düşünüyorum şuan.
          Roman bir erkeğin ağzından yazılmış ve bir kadın yazarın bu başarılı anlatımı beni hayretlere düşürdü doğrusu.  Kitap ,  insanların içinde ölüm isteğini büyü ile ortaya çıkarıp onları  öldüren bir tür suç çetesinden bahsediyor. Romanın başlarında Kır At adı verilen bir evde yaşayan üç yaşlı kadın, gizemlerini öyle güzel koruyor ki, büyücü olduklarına gerçekten inandırıyorlar kendilerini. Sonra cinayetler, olayı  çözmeye çalışan zeki genç ve başarılı  Mark Easterbrook  derken cinayetlerin nasıl işlendiği şaşırtıcı bir şekilde çözülüyor. İşin ilginç yanı cinayeti çözmesini beklediğimiz kişi değil her şeyi bilen gıcık dedektif çözüyor. Arada bazı şeyler okuyucuya verilmediği için bu çözülüş, insanı aşırı derecede şaşırtıyor. Fakat agatha christie’nin akıcı anlatımı,  bu basit romanı güzel kılıyor. Araya sıkıştırılmış bir de aşk hikayesi var ki, romanın sonunu bağlıyor. 
Bu arada korktuğum bazı kısımları da oldu ama sonunda her şeyi bilimsel bir şekilde açıklaması, gece kabustan uyanıp, bu kabuslarımı Freud ile açıklayıp kendimi rahatlatmam gibi bir şeydi.  O yüzden kendisini bir anne gibi sevdim. Korkuttu korkuttu sonra da korkulacak bir şey yok bunların hepsi bilim dedi  teselli etti sağolsun.
        Romanın başlarında şeytan ile ilgili açıklayıcı cümlesi ise Agatha Christie’nin diğerlerinden farkını ortaya koyuyor.  ‘’ Bu aslında dengeye saldıran dengesizlikti. Düşünüyordum da denge ve doğruluk sonuçta daima kazanırdı. Denge iyi kalpli perinin yumuşak sesle söylediği alışıldık öğütlerle, kafiyeli beyitlerle hatta ‘’ tepeden aşağı inen rüzgarlı bir yol var, eski dünyanın sevdiğim köyüne uzanan’’ mısralarının ilgisiz ses uyumuyla sağlanırdı.’’
        Romanı bitirip yerine koyamama hikayemden sonra bahsedeceğim demiştim. Genelde yalova’ya gittiğimde okuduğum kitapları orada bırakıp dönmek beni inanılmaz hafifletir. (bavulumda kitap taşımak gerçekten zor oluyor). Ölüm büyüsü’nü de 5 güne bitirim diye başladım fakat son geceye 100 sayfayla girmemden mütevellit sabah 6’da kalkıp bitirmeye çalıştım. Ama roman en güzel yerindeydi ve 8.30da gemim kalkacaktı derken yanıma almak zorunda kaldım. Gemi de a aa aaaaaaaaaaa diye okuyaraktan romanı denizin ortasında, romantik bir sonla sonlandırmış bulundum.
       Şahsi kanaatim çerezlik okumak isteyenler için ideal, sürükleyici ve mükemmel bir dili var. Korkmayanlar için yazarın diğer kitapları da alınıp okunabilir. Ama sanıyorum ki ben korku filmi gibi yanımda biri olmadan okumayacağım.
     He bir de bu kadın o 11 gün neredeymiş ya?