Okumak eyleminin güzelliğinden yeterince bahsettiğimi düşünüyorum. Fakat şu sıralar beni derinden düşündüren bir konu var. Yazmak eylemi..
O yıllardır özendiğim büyük yazarlar gibi olma arzusu.
Öldükten sonra hatırlanma isteği, içindeki düşünceleri bir kağıda bırakma, hayali karakterlerini sonsuza dek yaşatma sevinci.
Acaba bunlar gerçekten gerekli mi? Yazarlara olan sevgi ve hayranlığım bugünlerde başka bir yöne kaymak üzere. Yazmak bir sihirdir bence ve çok sevdiğim bir diziden alıntı yapacağım bu noktada; “Her sihirin bir bedeli vardır”. Bence 2 çeşit yazar var, biri yazmak için bir şeylerden vazgeçenler, bir diğeri de birşeyler zaten ondan vazgeçtiği için yazanlar. Şu sıralar ilk grubu sorguladığım için bu saçma düşüncelerimi birileri ile paylaşmak istedim. Yazmak için, sırf biz 2 günde okuyup “işte bu tam da beni anlatıyor dedikten sonra beynimizin raflarına kaldıralım diye kaç yazar nelerden vazgeçti? Nazım vatanından, Sabahattin Ali hayatından vazgeçti mesela. Neden? Sonsuzluğa açılan kapıyı buldukları için mi? Yoksa bu örnekler sadece bu ülkeye özgü mü, onlar da vazgeçirilen grupta oldukları için yazanlardan olmasınlar? Saçmalıyor muyum şuan?
Yazmak için illa bir şeylerden vazgeçmek gerekir miydi? İnsan yaşadığı toplumla birlikte sonsuz olamaz mıydı?
Böylesine aptal düşüncelere kapıldığım için beni mazur görün. Bu saçmalıkları düşünürken şunun farkına vardım. Bu sihir gerçekten doğru, hiçbir şeyden vazgeçmese bile zamanının çoğunu o satırlara veren tanrısal varlıklar bunlar. Ve bu tüketim toplumunda her şeyin, herkesin ne kadar içini boşaltıp, ne kadar çabuk tükettiğinizi bir düşünün. Adam belki sevgilisini bıraktı, yazma doyumuna ulaşabilmek için. (özel hayatlarıyla asla değerlendirmemek gerektiğini biliyorum). Adamın biri çok sevdiği vatanından ayrı kaldı çok güzel yazdığı için. Eğer onlarla tanışabilseydim sormak isterdim bunları. Sen nelerden vazgeçtin sevgili Turgut Uyar? Peki biz bu insanları okurken instagramda yanında kahve ile fotoğrafını paylaşmak ne kadar basit ve ne kadar hakaretamiz bir yaklaşım aslında değil mi? Belki de değildir bilmiyorum. Peki paylaşmayalım mı?
Bu basit bir örnekti fakat biz bu insanlara gereken saygıyı gösteriyor muyuz? Ben emeğe saygı göstermeyi öğrenerek büyüdüm, önüme getirilen yemeği yarım bırakamam, bir şeye çok emek verdikten sonra vazgeçememem de bundandır belki. Gözümde, ruhen verilen emeğin ise değeri çok büyük. Bu yüzden içinin boşaltılmasını istemiyorum bu insanların. Şiirleri değiştirilip dalga geçilsin istemiyorum. Okuduktan sonra bir kenara atılsınlar, ya da öldükten sonra yalnızca ölüm yıldönümlerinde hatırlandıkları bir yerde olsunlar istemiyorum.
Sadece saygı herşeyin cevabıdır belki de..
Belki de Turgut Uyar’a kulak vermek lazım bu noktada;
martın yirmibirinde yaz gökleri geldi
- bu yumuşak bir giriştir bir şiir isteğine
içinde olumsuz bir umut taşır
kan yazmak istemiyorum
yaz gökleri nasıl göklerdir
herkese bildiğince
yani yaz gökleri ölmeyince
kan yazmak istemiyorum
beyaz bulutludur derindir
bir yerden bir yere gider durmadan
yaz gökleri
bir yerden bir yere gider durmadan
- yumuşak bir giriştir yaşamaya
sürdürmek için
kan yazmak istemiyorum
kuşlar da vardır içinde
sadece kuşlar mı, haydin siz de
mavi bir ölümü de taşır
yaz gökleri
mavi kırmızı ya da daha diri
kan yazmak istemiyorum
yaz gökleri
güneyde daha çok mavi
aslı daha da çok mavi
ne kadar uzun ve görkemli
ne kadar dişi
kan yazmak istemiyorum
yaz gökleri
bir ölümü
ölüm mü yaz gökleri mi
beyaz bulutlu dişi görkemli
elimde hüzünsüz bir çakmaktaşı
kan yazmak istemiyorum
ölü ya da diri
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilEvet.
YanıtlaSilKitap bloğuma sizi de bekliyorum :) elifinkutuphanesi.blogspot.com.tr
YanıtlaSil