“Felatun
Bey ve Rakım Efendi (Ahmet Mithat Efendi), Eski Hastalık (Reşat Nuri Güntekin),
Araba Sevdası (Recaizade Mahmut Ekrem), Bilgi Bucağında (Ömer Seyfettin), Kadın Erkekleşince (Hüseyin Rahmi Gürpınar),
Fatih Harbiye (Peyami Safa), Yakup Kadri (Yaban) , Yakup Kadri (Ankara) “
Durun, biliyorum lisede
zorla okutulan, günümüzün popüler romanlarına hiç benzemeyen bu isimleri
hepiniz biliyor ve bu isimlerden kaçarak uzaklaşıyorsunuz! Ama sabredip, söyleyeceklerimi biraz
dinlerseniz, belki başka bir bakış açısı ile bu romanların kıymetlerinin
anlaşılmasında ufak bir payım olur diye düşünmekteyim.
Yazamadığım yaklaşık 4
aylık süre boyunca, okumaya dahi vaktim olmayacağını düşünürken, bir dersin
ödevi olarak her hafta bir kitap okuyup, o kitaptan kısa sınav oldum. Dersin
adı Edebiyat ve Toplum; amacımız, okuduğumuz romanlardaki toplumsal değişim
unsurlarını bulmak... Bana göre bu romanların ortak noktaları çok fazla, bu
sebeple 8 romanı tek bir yazıda yorumlamak istedim.
Çoğumuzun lisede zorla
okuduğu bu romanlar, 1800’lerin sonundan 1930’lu yıllara kadar yaşadağımız
topraklardaki insanların yaşayışlarını anlatıyor. Ortak noktaları, Tanzimat
Fermanı ile birlikte toplumda değişmeye başlayan yaşayış tarzlarının, insan
ilişkilerindeki etkilerini anlatabilmek. Türk romanı nasıl gelişti, nasıl
başladı ve değişti bunu öğrenmek açısından mükemmel seçilmiş romanlardı hepsi.
Bu 8 romanın (Bilgi
Bucağında, Ömer Seyfettin’in Asilzadeler kitabından bir öykü), yazarlarının
birbirinden farklı dünya görüşleri olmasına rağmen, aynı amaçla yazılmış
romanlar olması, bu topraklar düşünüldüğünde pek de şaşırtıcı olmasa gerek.
Toplumu Batılılaştırarak devletin içinde bulunduğu durumu düzeltme çabaları 1839
Fermanı ile hız kazanırken, çeviriler ile birlikte yazarların ilgisini çeken
roman türü de batı edebiyatından, romanımıza giriyor.
“Yazı
makinesi Ahmet Mithat Efendi “
Romanı popüler yaklaşımlar ile temsil eden
Ahmet Mithat Efendi, bir yazı makinesi olarak biliniyor ve bir çok eser veriyor
bu türde. Ama bilinen en ünlü romanı, batı özentisi Felatun Bey ile, hem
doğudan hem batıdan doğru özellikleri almış Rakım Efendi’nin çatıştırıldığı
romanı Felatun Bey ile Rakım Efendi. O
dönemde ülkede görülen Fransız özentisi insanları eleştirmek amacı ile yazılmış
bir roman bu ve okurken şuan çevrenizde, İngilizce bilmediği halde,
konuşmalarında sürekli İngilizce kelimelere yer veren, konuştuğu dilin hakkını
vermek yerine cehaletini bu şekilde gösteren insanları düşünerek okumanızı
tavsiye ederim. Aslında bu karşılaştırma, o gün Fransız özentisi olan toplumun,
bugün “ globalleşen” dünya ile nasıl
da İngiliz özentisi bir hale getirildiğinin en açık örneği olabilir. Sadece
romandaki “bonjour, mösyö” gibi kelimeleri İngilizce karşılıkları ile
değiştirip, Felatun yerine Berkecan ya da Nazmicansu gibi isimleri koyduğumuzda
romanı günümüze uyarlayabiliriz. Ölümsüz eser dedikleri de bu olsa gerek,
yıllar geçse de güncel kalabiliyor(!)
“Farklı
bir aydın ve muhteşem bir yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu”
Öncelikle, özel olarak
bahsetmek istediğim bir yazar, Yakup Kadri. Yaban (1934) romanında Kurtuluş
Savaşı döneminde köylünün mücadeleden ne kadar habersiz olduğunu eleştirirken
bunun suçlularını kendinde ve kendi gibi aydınlarda arıyor. Romanda gazi olduğu
için mücadeleye destek veremeyen ve emir erinin köyüne yerleşen Ahmet Celal’in
köylü ile çelişen düşünceleri bir aşk ilişkisi üzerinden anlatılıyor. Köylünün
milli mücadeleden ne kadar habersiz olduğu en vurucu şekilde anlatılıyor. Çok
uluslu bir devlet olan Osmanlı’nın din üzerinde birleştirmesi ve Türk kimliğini
benimsetmekte yapılanlar çok güzel anlatılmış. Yakup Kadri’nin aydın kesime
yaptığı gerçekçi eleştirileri, akıcı üslubu ve geniş görüş açısını anlamak
isteyenler için kesinlikle okunması gereken bir roman.
Bu romanlar arasından en ilgimi çekenlerden biri
olan Ankara (1936)’da Cumhuriyet kurulduktan sonra Yakup Kadri’nin toplumsal
yaşayıştaki beklentilerini açıklamak ve
hayalindeki Ankara’yı anlatmak için yazdığı bir roman. Roman 3 kısımdan
oluşuyor ve son kısımda 1940’lı yıllarda Atatürk’ün hala yaşadığını hayal
ettiği, aydın kesim ve halkın aralarındaki uçurumların sonlandığı bir dünyadan
bahsediliyor.
Aşk
Eski bir Hastalık;
Reşat Nuri Güntekin’in
Çalıkuşu ve Acımak romanlarını okumuştum fakat açıkçası Eski Hastalık’ı ilk kez
duydum ve okudum. Romanda Yusuf ile Züleyha isimli iki ana karakterin aşkları
ve Züleyha’nın yaşadığı yanlış batılılaşma bir Yeşilçam filmi edasında
anlatılıyor. Romanı her yerde bulamadığım için; sanıyorum ki şuan yanmış olan
Galatasaray Üniversitesi kütüphanesinden alıp getiren kardeşim sayesinde
kitabın ilk basımını okuma fırsatı buldum. Arapça ve Farsça kelimelerin
çokluğundan şikayet etmeyeceğim, çünkü çok çok azdı. Aynı zamanda akıcı fakat
fazla sürükleyici olmayan bir uslubu var Reşat Nuri Güntekin’in.
Kadın
Erkekleşince ;
Hüseyin Rahmi
Gürpınar’ın 3 perdelik tiyatro oyunu olan bu kitap; kadının erkekle eşit
sayıldığında ne hatalar yapabileceğinin bir eleştirisi olmuş. Fakat kadını
küçümseyerek hatalar yapabileceğini erkekle eşit olmayacağını vurgulamak
istenmesini de yazıldığı dönemin cehaletine bağlıyorum. Aynı zamanda kadının
toplumsal hayatta edindiği yerin ne zorluklarla kazanıldığının anlaşılması için
açıklayıcı bir eser. Kadının erkekle aynı işleri yapması, kendi parasını
kazanması ve bunları yaparken geleneklere uygun olarak evinin de kadını(!)
olması bugün bile yadırganan bir durum iken, Medeni Kanun’un kabulunden sonra
toplumsal hayattaki tüm düşüncelere yer vererek hazırlanmış, halk ağzı ile
yazılmış güzel bir eser, Kadın Erkekleşi’nce.
Ömer
Seyfettin; Bilgi Bucağında
Çocukluğumdan korkunç
ve kanlı hikayeleriyle tanıdığım Ömer Seyfettin bu kez farklı bir hikaye ile
karşıma çıktı. Ömer Seyfettin’in meşhur tiplemesi Efruz Bey’in bir Türk
Bucağı’nda konferanslar vererek, bilgin bir insan gibi yaşayışını ve
yanılgılarını anlattığı bir öykü Bilgi Bucağı’nda. Asilzadeler isimli kitabında
Efruz Bey’in başından itibaren nasıl Efruz Bey olduğu kısa hikayeler biçiminde
anlatılıyor. Diyet, Kaşağı gibi kısa hikayeleri ve milliyetçi kimliği ile
bilinen Ömer Seyfettin, bence bu tiplemesi ile hem kendi fikirlerine hem de
bilgili olarak geçinen insanlara yergide bulunmuş.
Recaizade
Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası
Edebiyat derslerinden
sanat sanat için mi sanat toplum için mi tartışmasının sanat tarafından kalan,
bu topraklarda yaşayan ilk gazeteci, şair ve yazarlardan biri olan Ekrem’in ilk
ve tek romanı Araba Sevdası. Romanın kaçıncı basımını okudum bilmiyorum fakat
yarı Osmanlıca, yarı Fransızca olması ve benim bu iki dili de bilmemem sebebi
ile pek bir şey anlamadığımı itiraf etmek zorundayım. Tabii daha sonra,
Türkçeleştirilmiş bir basımını buldum ve nihayetinde romanı okurken çok
eğlendim. Diğer romanlarda da karşımıza çıkan batı özentisi, Bihruz Bey, bu kez
aşık olarak karşımıza çıkıyor. Romanın büyük bir kısmı Bihruz’un kendi iç
sıkıntıları ile geçse de, arabasına olan tutkusu, dönemin İstanbul’una ait
ilginç bilgiler, Bihruz’un şaşkın ve komik halleri ciddi anlamda ilgi çekiyor.
Fatih-Harbiye
tramvay hattında kalan topluma genel bir bakış; Peyami Safa
Dönemin İstanbul’unda
muhafazakar kesimin çoğunlukta olduğu Fatih semtinde yaşayan Neriman’ın,
tramvayda Harbiye-Fatih arasında gidip gelirken, batıya olan özentisinin ve
arada kalmışlığının anlatıldığı başarılı bir roman. Romanı tramvay sembolü ile
birleştiren Peyami Safa; Fatih-Harbiye tramvayı bu iki semt arasında gidip
gelirken, toplum da bu tramvay gibi doğu-batı arasında gidip geliyordu diyor ve
batılılaşmanın toplumsal etkilerini gözler önüne seriyor. Bugün pek de umurumuzda olmayan bu durum, bir dönem bir çok insanın çelişkilere düşmesini ve
bir tarafı kabullenmek zorunda oluşunu anlatmak açısından güzel bir roman.
Çoğunluğu okuma yazma bilmeyen bir
toplumun, 1839 fermanı ile başlayan yenileştirme çabalarına verdiği tepkileri,
geçirdikleri başkalaşımları 1930’ların sonuna kadar anlatan bu 8 romanın ortak
noktası da değişimlerdi elbette. Aynı zamanda çoğunluğunun İstanbul’da geçmesi
dönemin sanat anlayışının henüz İstanbul dışına çıkmamış olduğunun bir
göstergesi kanımca. Alibeyköy’ün kayıkla gidilen bir yer olması, Kağıthane’nin
haftasonları piknik yapılan, tenha yeşillikler içinde bir yer olması, çok ıssız
olduğu için kahramanlarımızın Mecidiyeköy’ü tercih etmek istememeleri, bugünü
düşündüğümüzde çok garip gelse de, yüz yıl öncesinin İstanbul’unu gözünde
canlandırabilmek insana mutluluk veriyor.
Bu sebeple herbiri ayrı
ayrı sosyolojik değer taşıyan bu eserleri bir de bu açıdan okumanızı tavsiye
ederim.