Son 6 aylık zor dönemimde, en
yakın arkadaşım olan Sabahattin Ali ile ilgili söyleyecek çok şeyim var. Fakat bunların hepsini bir araya toplamak
için biraz daha okumam gerek diye düşündüğümden Sırça Köşk hakkında naçizane fikirlerimi paylaşmakla yetineceğim şimdilik.
Sırça Köşk, Sabahattin Ali'nin 1947 yılında yayımlanmış öykülerinin bulunduğu bir eseri. İçinde 13 kısa öykü ve 4 masal bulunan bu
minik kitabı elime aldığımda içindeki öykülerin kısalığının aksine
anlattıklarının bu kadar derin ve güzel olabileceğini tahmin edememiştim. Çünkü
öykü okumak her zaman sıkıcı bir durum olarak görünürdü gözüme. Ama her öyküden
sonra bende beliren gülümseme yahut acı hissi, kitap bittikten sonra bile durup durup bu öyküleri düşünmeme neden oldu.
Özellikle ‘’Bahtiyar Köpek’’, “Sırça
Köşk”, “Portakal”, “Beyaz Gemi” ve “Çirkince” şahsımca en çok beğenilenleri
oldu. Üslubu o kadar muhteşem o kadar
vurucu ki bu adamın, yıllarca aynı kitabı okusam bıkmayabilirim. Biraz
serinlik, biraz zeytin kokusu, biraz zeytin acısı ve en çok da rüzgara karşı
durma hissiyatı veriyor insana bu büyük üstat.
Öykülere gelince; Çirkince isimli
öykünün bende özel bir yeri oldu. Öykü
gerçek mi bilmiyorum fakat İzmir’den Ankara’ya gidecekken birden tren saatini
boşa beklememek için önce Efes’e sonra da Çirkince Köyüne gidişini ve
karşılaştığı durumları öyle güzel anlatmış ki Sabahattin Ali, oraları görmek,
ya da oralarda bulunmak çok arzuladığım bir durum haline gelmeye başladı. Can babanın mekanı Datça tatili sonrası
Selçuk’ta durup Efes’e uğramadan gitmeyelim diyen babam sayesinde bu arzumu da
gerçekleştirmiş oldum ve benim de Sabahattin Ali gibi bir Çirkince maceram
oldu. Lafı fazla uzatmadan kendi Çirkince hikayemi anlatayım;
Hayal kırıklıkları 1947 yılında
yazılmış bir öyküden çıkıp gelmiş karşımızda oturuyordu. Sabahattin Ali'nin tek
tek anlattığı Efes harabelerini 2-3 yıl önce 5 lira gibi miktara gezmiş
olmamıza rağmen şimdi kişi başı 25 lira
istiyordu özelleştirmeyle işletmesini satın alan şirket. 6 kişilik bir emekli
ailesi için epey pahalı bir miktardı bu. Biz de nasılsa gördük deyip emekli
öğretmen olduğu halde indirim yapılmayan harabelere, annemin teyzesini soktuk
ve kapıda beklemeye koyulduk. Bu sinirimize kulak veren esnaf da
işletmesini İsrailli bir şirketini
aldığını söyledi. Bu ülkede kendi tarihini görmek için bile yazık ki yabancılara
para vermen gerekiyor. Bu yüzden
Sabahattin Ali'nin o eşsiz üslubuyla anlattığı harabelerle ilgili bir hikayem
de yok maalesef. Fakat o sırada bizi dinlemekte olan dünya tatlısı bir
amca, babam ‘’olsun biz de Şirince’ye
gideriz’’ deyince kendisinin Şirinceli olduğunu, babasını köyde herkesin tanıdığını ve
zeytinyağı almak istiyorsak kime gitmemiz gerektiğini anlattıktan sonra, bize babasının ve kendi adının yazılı olduğu
bir kağıt verdi ve bizi uğurladı. Öyküdeki gibi bir at arabasıyla olmasa da dar
tepe yollarından bir kaç kilometre gittikten sonra Çirkince’ye ( yeni adıyla
Şirince’ye) varmış olduk. Ve asıl hayal kırıklığını da orada görmüş
bulunduk. Köyün girişi adeta bir Tahtakale edasında baharatçılar, süs eşyaları, zeytincilerle dolu bir pazara
dönmüş. Belgeselciler, yerli ve yabancı turistlerin kalabalığına ortak olup
yürümekten başka şansınız olmuyor. Zaten ziyaretçilerin arabalarından ufacık köy
yolunda yürümeye yer yok. Buna rağmen uzaklardan telefonumla çektiğim güzel Rum evlerini burada paylaşıyorum.
(fotoğrafın kötülüğünün kusuruna bakmazsınız umarım) Sabahattin Ali'nin dediği gibi Çirkince güler
yüzüyle tıpkı 30 sene önceki gibi orada durmuyor maalesef. O güzel Rum
evlerinin çoğu pansiyon olmuş, anladığım kadarıyla köylünün ürününden çok
dışarıdan alınan malzemeler satılmaya başlamıştı. Şimdi bir kez daha Selçuk’tan
geçip Çirkince’ye uğrasa Sabahattin Ali ne der kim bilir bu köyün ve bunun gibi
yüzlerce köyün haline. Ki öyküde kendisi de çocukluğundaki gibi bulamadığı için
üzülüyor, iyi ki bugünleri görmemişsin Sabahattin Ali, iyi ki.. Yeni adı Şirince
olsa da bence artık eski adına dönse daha uygun olur; Çirkince, Kalabalıkça, Paraca... Ve yıllar
öncesinde yazdığı bu öyküdeki bir soru sanki bugün bizlerin kendimize sormamız
gereken bir soru gibi
‘’ Bizim elimize geçen her yer böyle mi olacak?
‘’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder